13 Ekim 2010 Çarşamba

"çalış!" deseydin ilk

"otur otur, çay koyayım sana."
kocamaan bir masa, masanın üstünde 'alis harikalar diyarında' çizimleri, renkli camlar, boya kokusu, kuş kafesleri, aynalar, fırçalar... dükkan dükkan değil büyücü bohçası.
sigara veriyor, sigara yakıyor billur abla (hanım?). mozaikten bahsediyor, desenlerden, boyalardan. mesela mavi rengi saatlerce konuşurmuşuz gibi geliyor bana. ama kıpır kıpır, heyecanla. öyle "mmmm mavi... evet... mavi." değil. hayat işte burada, tam bu noktada.
bir şey sattığında para alırken nasıl utanıyor, yerin dibine geçmek ister gibi duruyor.
"öyle mi böyle mi?"  gözlerimi kırpıştırıyorum. gülüyorum gülüyor. heyecanla konuşuyor, hep sorular soruyor, -cim diyor, canım değil ama.
"öznilcim diyor, beraber dükkan açalım mı?" "birlikte bir şeyler yapmamız lazım." "bizim gibi insanların..." fikirler sıçrıyor, çarpışıyor, takla atıyor, köşelere yuvarlanıp gidiyor, geri dönüp büyüyor. dışarıda ne güzel yağmur yağıyor.

eve geliyorum, mail kutumda "sayın abonemiz, bu bir bant kaydıdır..." lezzetinde bir mail. ekolojik ve organik, kimyasalsız tişörtler konusunda birlikte çalışıp çalışamayacağımız...

bir zaman anlatmıştım organik ürünler sektörü hakkındaki düşüncelerimi, tekrarlamayayım. fakat iyi ki prensip sahibi değilim.
şu avare avare gezip tozmamın sebebi, emeklilik sendromundan kurtulursam, yani kurtulayım, amin, çalışmaya başlayacağım, işallah.

0 yorum:

Yorum Gönder