12 Mayıs 2010 Çarşamba

hiç küfretmediğim kadar...

niyetim baykal'dan erdoğan'dan son günlerdekilerden, hayatımıza 'bomba' gibi düşenlerden bahsetmekti. onun istifasından, diğerlerinin açlık grevinden, suçlamalardan, tenzih ve tenkitlerden, kesinlikle videodan değil, onun öncesinden sonrasından ve nedeninden, kör gözlerden, at gözlüğünden, canhıraş savunuşlardan, kalıbımı basarım ki kesincilerinden, takınılan hallerden, yandaşlardan, bu oyunlardan dolaplardan... ulan görmüyor musunuz, şike yapılıyor içimden içimden. biz aptal mıyız, neyi savunuyoruz? kim bizden yana? izleyicinin haddine mi sahneye fırlayıp "sen ne biçim oynuyorsun?" demek. dese keşke. dese de oyunun içine etse.

nasıl bir hezeyan... hiç müslüman değilken, "memleket elden gidiyor", ikinci kurtuluş savaşçılara peki neden, açıkla? allasen n'olur lütfen düşünün. biz dış kapının mandalları, biz godot'yu bekleyenler, biz pasif agresifler, kadife koltuktakiler için değil, en şahane stardan daha çok tv'de görünen parti artisleri için değil, kendimiz için kendimizi savunalım. baykal kim, erdoğan kim? kim başta olsa mutluluk garantisi? somut sosyal hayatımıza etkileri ne? al birini vur ötekine. siyaset, içine kim girerse kirli, oranın ayrı bir sound'u, biz ölümlülerin hayatına hiç benzemeyen, hiç yararı olmayan.

gündem, gündem değil. gündem uyduruluyor. oralarda su akıp yatağını buluyor, anlaşılıyor, uyuşuluyor.  olan bize oluyor. siz sanıyor musunuz ki çağ hızlı iletişim, hızlı haberalma çağı. artık her şeyden haberdarız ve hiçbir şey gizli kalamaz. hep-sini denetliyorlar. siyaset artislerinin ve bizim, seyircilerin makyajını bile.

kendi sesini bul. o sesi kürsülerde değil içinde duy. al başını, koy önüne düşün. aslolan hayat. aslolan "iş ekmek özgürlük" slogan olmasının dışında gerçek.  iyi yaşam, milliyetçiliksizlik bir de, biraz üstünde düşünmek, kafa yormak, kanmamak, aldanmamak.

daha da bir sürü...

0 yorum:

Yorum Gönder