13 Aralık 2009 Pazar

şişede istanbul

istanbul iyi geldi.
bir yere gitmek, oluşturduğun çembere dışarıdan bakabilmeyi sağlıyor ki, evrenin ne kadar büyük olduğunu görüp kendi küçük dertlerini o çemberden tek tek ayıklayabilesin.

bu yüzden otobüsle dönmek istedim. düşünmek için. gel gör ki bünye dayanamadı; ne uyur ne uyanık, düşüncenin yanından bile geçemeden bitiverdi yolculuk.

bizim buralılara istanbul hep heyecan... iş için oraya gitmem gerekti. gereklilik değil de gitsem daha iyi olurdu. bunu esra'ya söylerken, "hadi ley, gidelim," demesiyle planlar yapıldı, biletler alındı, istanbul'dayız.
önce kadıköy, sonra olmazsa olmaz beyoğlu, onların 'yakinim olur' civarları...

şimdi uykuyla bulanmış aklıma diyorum, "anlat, neler kaldı?": otobüse bindiğim yerdeki asker uğurlamaları... giden askerin otobüs hareket etmeye başladığında şoförün yanında dikilip selam durması -ama öyle kendine güvenle ya da ne yaptığından emin bir halde değil- , aşağıdakilerin buna mukabil istiklal marşıyla yanıt verip hazır ola geçmesi... öfke bile duyamadım.
chicago'yu izlediniz mi? hani şu, roxie hart'ın gazetecilerle konuştuğu sahne. kuklaya dönüştükleri... keşke herkese neyi neden yaptıklarını izah zorunluluğu getirilse.
zincir'in kıyısına oturmuş birayla sigara içerken, yan masadaki konuşmalardan dtp'nin kapatılması kararının çıktığını öğrendim.
başka... istanbul'un her gidişimde öğütlediği, "dur ve beni izle. izle, dinle ve kendini gör..."
tabi çok eğlendik, içtik, şarkılar söyledik, biraz önce fotoğraflara baktım da ağız kulakların kankası olmuş.

bir de yağmur... kadıköy'de rastgele yürüdüğüm üç saat boyunca yanımdan ayrılmayan çok şahane yağmur...

0 yorum:

Yorum Gönder