16 Kasım 2009 Pazartesi

eve dönen punky

otobüste iki sıra önümde oturuyor. yüzünü görebiliyorum. koltuklarımız ters yönlere bakıyor.
yanı boş. otobüs kalabalıktı. bunu şimdi farkediyorum. yaklaşmayı mı istemediler?
o rahatsız değil. insanlar yokmuş gibi davranıyor. umursamazlık desem değil, o da bir tavır olabilir yeri geldiğinde. kapılarını kapatmış gibi daha çok. sanki bu çağ, bu zaman, bu hayat kendini ilgilendirmiyormuş gibi.

gelişigüzel kesilmiş kahkülleri burun kemiğine kadar iniyor. ellerini battaniyenin altına sokar gibi kahküllerinin altına sokup gözlerini ovuşturmaya başlıyor. kısa molalarla on dakika kadar sürdü bu. arada ellerine bakıyor. işaret parmaklarının üstündeki siyahlığı görebiliyorum.

paralel koltuğundaki kadın, arkadaşına bir şeyler söylüyor onu gösterip. kınamayla alay etme arasına konumlanıyorlar. onlara gözlerimi kaçırmadan bakıyorum.

şimdi gözlerinin altındaki boyayı temizliyor. başını yana eğip mohawk saçlarını çekiştiriyor sonra. elleriyle tarıyor tarıyor. bir süre sonra şefkatle saçlarını okşuyormuş gibi geliyor bana. ifadesi öyle duru ki... sanki içindeki bütün parçalarla el sıkışmış.

gözgöze geliyoruz, kaçırıyorum bakışlarımı. bir an geçmeden dönüp gülümsüyorum.

saçlarını kontrol ediyor. hizaya girmeyenleri bastırarak kapşonunu takıyor. kalkıp kırmızı düğmeye basıyor. ayakkabısının bağcıkları peşinde.

oradan  vivienne westwood'a gidiyorum. ezbere bildiğimden değil elbet, bir haftadır onun peşinde gezdiğimden:
"...onun giysilerini giymek için cesur olmanız gerekir. sokakta yürürken dikkatleri üzerinize çekeceksiniz. bu, tepkileri davet eden bir güç gösterisidir. giysiler fikirleri sözlerden genellikle daha iyi anlatabilir. bir kitap, poster ya da broşür kadar yıkıcı bir silah olabilir. otobüste yanınızda 'anarchy in the U.K.'  tişörtü ile yanınızda oturan biri sizi anında rahatsız eder."

ben mi? sex pistols'ı severim ama dinlemem. westwood'u izleyip giysilerini giymeyi düşünmediğim gibi...

0 yorum:

Yorum Gönder