5 Nisan 2008 Cumartesi

fas (2)

fas-246.jpg

dışarıda dizi dizi eski model beyaz mersedesler var. biliyoruz ki, onlar taksi. biz orada beklerken geldiler yanımıza; pazarlıksız adım atmamamız gerektiğini de biliyoruz, fakat o durumda bir sıfır yenik başlamışız zaten; söyledikleri fiyatı kabul ettik.

bizi götürecek kişi, son model bir mersedesle geldi, bindik, nereye? yine biliyoruz ki şehirde bir cami var. dünyanın ikinci büyük camisi: hasan 2. fransızca deyişle hassan dö. ona yakın bir yerlere gidelim, diyoruz. anladı ki, biz buralarda yeniyiz. tamam, dedi, sizi şehrin merkezine yakın bir yerde bırakacağım. sonra anlaşıldı ki, bizim kalacak yerimiz de yok. tamam, dedi, onu da hallederiz.

bu arada abi, melez, ve blues sesli bir abi. o konuşsun, biz dinleyelim durumu.

daha takside otel ve fiyatı konusunda anlaşıldı. rahat bir nefes aldıktan sonra bana musallat olan yusuflar da sessizce gitti.

epey yol aldıktan sonra şehre girdik, otelin önüne geldik. blues sesli abi bizi kendi elleriyle resepsiyona teslim etti, bahşişini de istemeyi ihmal etmedi, aldı parasını gitti.

fas’ta arapça, fransızca, biraz ispanyolca, az buçuk da ingilizce konuşuluyor.

resepsiyondakilerle ingilizce olarak anlaştıktan sonra otele yerleştik. aslında yerleştik denilemez, sırt çantalarını bıraktıktan sonra attık kendimizi sokağa.

casa2.jpg

kazablanka hakkında güzel şeyler söylenmiyordu. filmde gördüklerinizi boşuna aramayın, deniyordu şehir için. ki zaten, film, fas’ta değil, amerika’daki stüdyolarda çekilmiş. bunları bildiğimizden beklentimizi düşük tuttuk kazablanka’yla ilgili.

caddeye çıktık, rastgele bir yöne doğru yürümeye başladık. yolun iki tarafında palmiyeler, beyaz binalar, sanki izmir’de hilton’un önündeki caddede yürüyoruz. tipik bir akdeniz kenti burası.

zaten yerinde olan keyfimiz iyice arttı.

parklardan, güzel binaların önünden geçtik. fakat o da ne, bu kez de basmane’ye gelmişiz. binaların giriş katındaki büfeleriyle, gördüğümüz pavyonlarıyla, nargilecileri ve genel olarak havasıyla basmane’ye benziyor bu cadde.

bu arada acıktık. okyanusun kıyısında lokantalar var, biliyoruz; ama okyanusu bulamıyoruz.

biraz daha dolaştıktan sonra taksiye binmeye karar verdik. derdimizi anlatacağız, o da bizi söz konusu lokantalar bölgesine götürecek.

çevirdik taksiyi, gel gör ki taksici pek ingilizce bilmiyor, hafif de sinirli, galiba da kafası güzel.

fas’ta haşhiş kullanımı yaygın imiş. haşhiş, bildiğimiz kubar, haşhaşla ilgisi yok. ilk göz ağrımız, blues sesli taksici, ister misiniz, diye sormuştu da , oh, no no, diye kibarca reddetmiştik.

taksiye binmiş bulunduk. içerisi tiner kokuyor. ben küçük bir tırsım geçirdikten sonra, aman ne yapalım artık, deyip kendimi topladım. taksici, hassan dö ve restoran kelimelerini anlamış olacak ki, hı tamam, deyip bastı gaza. nereye gittiğimiz hakkında en küçük bir fikrimiz yok. nasıl olacak ve olsa ne olacak zaten.

gele gele kuş uçmaz kervan geçmez, üç restoranın yanyana durduğu bir araziye geldik. gelirken okyanusu gördük ama lokantalar onun kıyısında değil. mersi, deyip indik taksiden. lokantaların biri kapalı, birini gözümüz tutmadı. neyse ki bir diğerinde epey müşteri var. n’apalım, girdik. içerisi acayip şık. garsonlar pervane. menüye baktık, gözümüz sağdaki fiyat hanesine kaydı, oh, bütçemizi alt üst edecek bir durum yok ortada.

ayıptır söylemesi, sevdiceğim, ballı portakallı ördek değil ama, balık söyledi. ben sade bir balık ısmarladım. yedik içtik kalktık.

yine taksiyle, otelin çok yakınındaki bir kafe bara gidip fas şarabının tadına bakarak geceyi noktaladık.

casa1.jpg

taksi ile sıkı pazarlık yapılacak. zaman geçtikçe olur fiyatı öğreniyorsun zaten.

her yemeğin başı zeytin. önce zeytin getiriyorlar masaya. bunu henüz öğrenmedik. bilir gibi olduk, ileride pekiştireceğiz.

evet, garsonlar çok güleryüzlü ve kibarlar, bunu da tekrar tekrar deneyimleyeceğiz.

fas, türkiye’ye göre epey ucuz.

dipnot: ne yazık ki hiçbir fotoğrafın anlattığım yerlerle ilgisi yok. fotoğrafların hepsi ertesi gün çekildi.

0 yorum:

Yorum Gönder