30 Mart 2010 Salı

aysel abla

mutluluk da mutsuzluk da ne kolay...
kelimeler, sonsuzluğun kutuya konup, etiketlenip satışa sunulmuş hali gibi. duyulandan uzak, resim yeteneği olmayan birinin 'özgürlüğün' resmini yapması kadar sınırlı.

eve geldim. saat dokuz gibi. ev soğuk, yakacak odun bitmiş. bahçede tahtalar var, fakat ocağa sığmayacak kadar uzunlar. balta da var, keser de. daha önce denedim, taşın üstüne koyuyorum, ikiye bölmeye çalışıyorum, faydasız. keserle kıyısından köşesinden yontuyorum, odun altı için. ama bu gece odun da yok. ümidimi kesip içeri girdim.

radyo mutfakta, radyoyu açtım, beatles çalıyor. sallan yuvarlan içeri giderken bahçe tarafından ses geldi. ne oluyor diye perdeyi açtım, kapı koluna davrandım ki bizim yan komşu mutfak camına taş atıyor. yan komşu yetmişbeş yaşında, doksanyedi yaşındaki annesiyle yaşıyor. bahçe ışığını açtım, gözüm algıladı, komşu elinde bir tabak, gülüyor, "korkuttum seni kusura bakma", "keşkek yaptık sana da getirdim." keşkek, bilmem bilir misiniz, buğday, nohut ve etle yapılır. yapılması zordur ve özel gün yemeğidir. ben en son on yaş civarında yemiştim. ilkokula giderken annemlerin çalıştığı köydeki düğünlerden hatırlıyorum tadını. bir daha da yemedim, unutamamıştım da.

farkettim, içimde tomurcuklar, mutluluk... hala o tahtaları evcilleştirmeye çalışıyorum. çünkü soğuk. dedim "rahatsız ediyor muyum, beceremiyorum da bunları kırmayı." bana göre bütün gücümü kullanıyorum çünkü. ses çok ama koca baltayla tahta arasındaki ilişki zayıf. "al," dedi, "uğraşma," bir sürü odun, tahta, çıra, yeniden geldi.

bazen eve kapanıyorum. işim de evde olduğu için. olmasa bile. sanıyorum ki dünya bir boşluk, ben o dünyadaki tek insan. önüm arkam sağım solum bilimkurgu filmlerindeki gibi bir virüsten kırılmış. ben ve ev anti virüs. o kadar tek başına ve yalnız, kendi küçük hayatının kuyusuna düşmüş, küçük dünyasının yumağına dolanmış bir kedi gibi...

sabahtan beri yine öyleyken yan komşu ensemden tutup çıkardı beni dışarıda hayatın gürül gürül aktığının farkedilmediği karanlık kuyudan.

mutluluk da mutsuzluk da kolayca ulaşılan, birbirinin yerine nöbetleşe bakan iki kardeş. tabi ki uçucu, kaçıcı, hiçbiri sonsuza dek beklemeyen...
yazının biteceği yok. kelimeler yetmedi tabi. belki müzik... belki bülent ortaçgil'in küçük şeyler. taylaraylay...

2 yorum:

Adsız dedi ki...

ütopya demişsin bir de yukarda. al sana ütopya.

janus dedi ki...

ah şu yetinmeyi bilmeyen insanoğlu! :)

Yorum Gönder