28 Ocak 2010 Perşembe

film, ev

gece iki civarı. ekranın karşısında oturuyorum. yazacaklarım da aklımda çoktan yazılmıştı halbuki. uzun otobüs yolculuklarından, birkaç günün fiziksel yorgunluğundan olsa gerek hiçbirini birbirine bağlamadan cümleleri alt alta dizesim var.

en geç bir haftaya eşyalarla birlikte ayvalık'tayız. aslında evi göstereyim, anlatayım, çok istiyorum ama ayıp geliyor. kendi küçük, bahçesi küçük bir rum evi. ilk görüşte yamulduk, öyle diyeyim.

soğuk, çok soğuk; sigara içenler için daha soğuk.

sigara demişken, kısa zaman sonra bırakmam gerekiyor, o da bana çok zor geliyor.

bir de, atölye açabilme ihtimali beynimin en tembel hücrelerini bile harekete geçirdi. durmadan, yeni yeni tişört ve desen  tasarlıyorum.

kasabada, adım başına düşen "merhaba" oranı büyük şehre göre çok yüksek.  gelir seviyesi arasındaki fark, sosyal olarak, daha az belirgin.

yorgunluktan akli yetilerim azalmadan kitaplığa sıçrayayım : pınar öğünç'ün ince iş-2, 3, 4 diye devam etmesini beklediğim kitabı... radikal'deki yazılarından hatırlarsınız belki. bazen sokaktaki kestanecinin, dansöz giysisi diken terzinin, mahalle arasındaki çaycının yaşamına sızıveriyorsunuz.
diğeri anna kavan'ın 'kartal yuvası.'  'roll edebiyat özel'de aylin aslım, 'başucu kitabım' diyordu; merak ettim, aklımdan anais nin geçti, aldım, kahramanının erkek olması şaşırttı bu beklentimden ötürü. sonra yaşam öyküsünü okudum, kafka severmiş. kartal yuvası, kafka'nın şato'sunun farklı taşlarla inşa edilmiş hali. havası benzer, temeli bürokrasi, her ikisinde de olaylar sisli bir dağ eteğinde cereyan ediyor. bir türlü ulaşılamayan 'yönetici,' gerçeğe benzemez görünen  gerçek hayat.

post, farklı materyaller halinde birbiri üstüne yığılıp duruyor ama bir iki filmden de söz etmeden duramayacağım. ilki 'bornova bornova.' bornova'da yaşadığımdan dolayı, "hah, tam böyle," dedim. yine bu yüzden izlemesi keyifli, mekanları, buranın dilini biliyor olmak ayrı bir izlenirlik kattı bizim açımızdan, ama şimdi dönüp bakıyorum da filme dair pek iz yok aklımda. yine de birçok yerli film arasından sıyrılıp gelir.

ama esas bir film var ki, izlemeseniz olmaz. 'gitmek...'  aratırsanız 'benim marlon ve brandom' diye aratın. yönetmen hüseyin karabey. dvd kopyadan izledik. film zaten güzel, arada oyuncuların amatörlükleri, kısa film tadında, bazen sanki kamerayı saklamışsın, gizli çekim yapıyorsun, öyle oldukları gibi.
filmde önceden hesaplanmış, seyirciyi ayartmaya yönelik bir profesyonellik yok. en başta izleyiciyi bu rahatlatıyor zaten. ama en büyük bütçeli hollywood filmlerinden daha çok içine alıyor izleyeni.
fena halde sevdim, doğallığından etkilendim. izlemenizi isterim.

daha bir sürü diyeceğim kapıyı çalsa da şimdilik diğer tarafa geçeyim. tabi şahane günler.

0 yorum:

Yorum Gönder