22 Ekim 2009 Perşembe

hüzünlü bir kestane hikayesi

gün nasıl da huzurlu geçiyordu...

sevgilim, uzun zamandır arayıp baskısı tükendiği için bulamadığım 'algının kapıları'nı alıp bana getirmişti. masa başında kah onu okuyor, kah roll'u karıştırıyordum.
üstelik temizlik yapmıştım, ev mis gibiydi.
aklımda evdeki oyuncak-heykellerin başrolde olduğu bir foto-roman fikri dolaşıyordu.
dün gece bir sürü hediye almıştım.
bir sürü rakı içmiştik.

huzurlu olmamak için bir nedenim yoktu.
ta ki o kestaneler yanıncaya kadar...

onları pazar günü sevimli bir köylü kadından almıştım. iri ve cazibelilerdi. kaç gündür pişirmek için sabırsızlanıyordum. ama bir türlü fırsat olmamıştı. bugün, "nihayet," dedim.
hepsinin kabuklarını bir bir çizdim. biri galiba kurtluydu, onu attım. hepsinin kurtlu olma ihtimali beni çok korkuttu.
her birini fırın ızgarasına inci gibi dizdim. sürdüm fırına.

salona geldim. oyuncaklara iyi bir öykü bulmak için 'hayali yerler sözlüğü'nü karıştırmaya başladım. aklım hep kestanelerde. acıkmışım da hafif. biraz zaman geçti, elim yana yana ters yüz ettim hepsini.
yine salona geldim. yine kitap. tam 'porselen ülkesi'ni okurken nahoş bir koku duydum. aynı anda ne kadar süre geçmiş olabileceğini hesap ettim. fırladım mutfağa. pek yemek yakmam. mutfaktaki dumanı görene kadar, koridordaki birkaç adımlık mesafede ümidimi yitirmemiştim. açtım fırının kapağını. kestaneler kestaneliklerinden sıkılmış, kömüre dönüşmek istemişler.

"elmas, sadece sabırlı bir kömür parçası mı," diye soruyor, tom waits, roll'un 'edebiyat ve müzik' özel sayısında.

0 yorum:

Yorum Gönder