5 Mayıs 2008 Pazartesi

bir berber bir berbere…

kazakistan bozkırında, manzarasız yolda sarsılarak ilerliyoruz.

araba sık sık küfür savuruyor. şoför, küfürleri duymayalım diye müziğin sesini açıyor. 'bu akşam ölürüm', 'aya benzer yüreğim' ve mahsun'dan 'belalım' ı sıralı biçimde dördüncü kez dinlerken mola veriyoruz.

dediğim gibi, ortalık ıssız. bir böceğin adım sesleri ve tütün çıtırtısı duyuluyor yalnızca. sigaranın ve benim, böceğe duyarlılık testi yapasımız geliyor. uzun antenleri, önündeki engeli ne kadar zaman ve mesafe önceden farkediyor? böcek, istatiksel bir sonuç vermiyor, antenine göre davranıyor.

arada atla deveye yol verip devam ediyoruz şehre doğru.

on gün önce, şirketin cipiyle bir at çarpıştı. daha doğrusu, çok hızlı giden cip, ağır ağır karşıya geçen bir ata çarptı. araba hurda, atı kimse sormadı.

şehre giriyoruz. harfleri ışıklandırılmış 'temirbank' panosu karşılıyor bizi. "iyi günler diler," deyip alıyorum selamını.

havaalanındayız. bekleme denen yaşam dışı sürede dört rus dizisi izliyoruz. dizilerin birindeki çok yaşlı kadın, bir ara, konuşma öncesi suskunluğunda bana bakıyor. "isterdim ama şimdi değil," bakışıyla karşılık verip gözlerimi başka yana çeviriyorum.

gitme zamanı geldi. havada gezinen düşünceler telaş içinde sahiplerini buldu, eski yerlerine yerleştiler. yeni tanışıp hemen kaynaşmış olanlar, kendi ağırlıklarına hüznü eklediler.

ben ona sımsıkı sarıldım. ayrıldığımızda yarımın onda kaldığını farkettim. üzülmedim, nasıl olsa benden daha iyi bakardı ona.

uçakta koltuğa oturduğumda eksilmiş insanları görmeye alışkın hostes, şefkatle bakarak yanıma geldi. özür diler gibi, "bugün sıra sende," dedi, "uçakta korkan kimse yok." "sorun değil," dedim, korkmuş yüz maskesini taktım.

havalandıktan sonra hostes tekrar geldi yanıma. "al," dedi, şarap şişesini uzatarak, "sıcak sıcak iç, iyi gelir." "bira yok mu," diye sordum, "uçağa hamallık yaptırıyor, almıyoruz," dedi. şarabı aldım, içtim. kodaman birayı, uçağa un çuvalı taşıtırken düşledim.

uyandığımda yanımda iki köstebek oturuyordu. birinin başı öndeydi. bir işin içinden çıkmaya çalışıyor, beceremiyor gibiydi. diğeri ben uyanır uyanmaz gülümsedi, "devrim yaptık," dedi. "ben de onu soracaktım," diye karşılık verdim. "artık kimse toprak altında yaşamayacak, bunu duyurmak için yolculuk ediyoruz. neden uçağı seçtiğimizi tahmin edersiniz," deyip ekledi: "size yabancılara benzediğinizi söyleyen oldu mu?" " zencileri mi kastediyorsunuz," dedim, sustu.

aynı anda pencereden baktığımda bir pankart gördüm: 'gariplikler ülkesi türkiye'ye hoşgeldiniz' yazıyordu.

tekerlekler pistle buluştu, uzunca kucaklaştılar. ben toparlandım. köstebeklere, devrimlerinin daim olmasını diledim. bir ayağım yere basarken, tam o anda diğerinin ne yaptığını merak ettim.

0 yorum:

Yorum Gönder