8 Şubat 2008 Cuma

liste

şehirden uzakta çalışmanın dezavantajları olduğu kadar avantajları da var.

yalıtılmışlığın verdiği stresi azaltmak için ya da yalnızca böylesi daha pratik olduğundan şehirde yaşasanız elde edemeyeceğiniz imkanlar sunuluyor burada kalanlara.

kirli çamaşırlarınızın evden alınıp temiz ve ütülü olarak iadesi gibi, isterseniz temizlikten muaf olmak gibi, verdiğiniz ihtiyaç listesindekilerin, üstelik de 5 kuruş ödemeden kapıya getirilmesi gibi.

bu şımartan hizmetlerden sorumlu kadınlar var. bazen gelip bir şey isteyip istemediğinizi soruyorlar, bazen onları arayıp bulup isteklerinizi söylüyorsunuz. bir-iki kelime dışında türkçe sözcük bilmiyorlar. fakat bunun zorluklarını yaşadıklarını görmedim. rahatça, anlaşılıp anlaşılmadıklarını önemsemeden rusça konuşuyorlar.

önce bocaladım. onlar konuştukça ben boş boş bakıyor, ben boş boş baktıkça onlar anlatmaya devam ediyor; diyalog, kendimi aptal gibi hissetmemle sonlanıyordu.

sonra alıştım. baktım ki onlar rusça konuşmaya devam ediyor (ki ellerinden gelen de buydu), ben de kaldığım yerden türkçe konuşmaya devam edeyim, dedim. üstelik sanki böyle birbirimizi daha anlar olduk.

- kalaysın?

- iyiyim iyiyim, sen kalaysın?

- .............................. (n'olsun, iyilik sağlık, anlamına gelen bir şey sanıyorum)

- oh oh allah iyilik versin.

- ....................................(sana da, kal sağlıcakla, tahminen)

biz anlaşmaya başladık ama arada karışıklıklar, yanlış anlaşmalar olmuyor değil.

yaklaşık bir hafta önce içlerinden birine yemekhaneden istediklerimin listesini verdim. içlerinden birine diyorum, çünkü isimlerini aklımda tutamadım. R deyip özelleştireyim söz konusu kişiyi.

listeyi verdim. "ısmayıl?" dedi. "ısmayıl," deyip onayladım.

iki saat sonra kapı çaldı. açtım. girdi. bir şeyler söylüyor. uzun uzun anlatıyor daha doğrusu. tabi tek kelime anlamıyorum. söylediğim gibi, o rahat. ben ifademi sürekli değiştirerek kafasını karıştırıyorum. arada anlatmasını teşvik edici ünlemler kullanıyorum, arada "anlamıyorum," diyorum. bunu da o anlamıyor.

o günlerde yoğun bir şekilde okuyup yazıyorum. görüş alanındaki masa, kitap defter dolu. rusça sözlüğü alıp sayfalarını anlamsızca çevirmeye başladığımda, çökmüş yüz ifademi de görüp anlamadığımı anladığında, gülümseyerek masayı işaret etti. ben de "evet, yazıyorum," dedim, yüksek sesle ve tane tane. içimden de geçirdim : " vay be, sosyalizme bak, sosyal statü, gelir düzeyi demeden nasıl da kaynaştırmış insanları sanat sevgisinde. helal olsun. yıkılalı kaç sene geçmiş, o bilinç değişmemiş, heyt!" ...derken yazma işareti yaptı R, sonra da "liste," dedi. ve düştüğünü belirten bir el hareketi daha yaptı. (el bilinci kültür farkı tanımıyor) "haaa," dedim tuz buz halde, "listeyi düşürdüün." "da da ," dedi, nihayet, anlamında. hemen bir liste daha yaptım, aklımda kaldığı kadarıyla.

sonra oturdum, sosyalizme inancımı tamir için bir yazı yazdım.

2 yorum:

l dedi ki...

bu blogu okuyanlar şunu da okudular:

e. abi senelerdir buralarda. bir gitmiş ki memleketten, gidiş o gidiş...
bu taraflara düştüğünde yolu, ne rusça var henüz, ne kazakça.
şehirde kaldığı bir gün, marketten yumurta alacak, da, tek kelime ingilizce bilmeyen kasiyer hatunlara derdini nasıl anlatacak.
başlıyor tavuk taklidi yapmaya, bık bık bık, gıdak gıdak, ...
kıçından da görünmeyen yumurta çıkartıyor, işte bundan istiyorum anlamında...
kızlar bakıyorlar, bakıyorlar, ne yapıyor lan bu deli, ...
"haaaaa, jumurta!" istiyor galiba...
acemilik işte, bilse yumurtanın jumurta olduğunu...
gülemezdik gerçi o zaman biz de dinlerken...

Elisa Day dedi ki...

Aynı ülkede, aynı kültürde yaşadığın, aynı dili konuştuğun insanlarla anlaşamamaktan daha kötü olamaz herhalde di mi?

pollyanna mı? az önce tecavüze uğradı :)

Yorum Gönder