4 Mart 2010 Perşembe

chat noir

biraz, az önce izlediğim kedi ailesi, biraz rakı, yasemin ve duman kokusu,  biraz ışıksızlığa ‘hafif kenara çekil’ gaz lambası, biraz ‘ezginin günlüğü’ : “çıplak heykeller yapmalıyım.”
kediler beş tane. en birincisi arada cama gelir, oturup bekler. koku dayanılmazsa, mesela balık, kibar bir “miyyv” la “verirseniz sevinirim”i iletir, başka da demez. sessiz ister, ama öyle bir güçlü sessiz ister ki vermesen olmaz. veririz, o gün masaya ne koyduysak. sarı, sarman bir kedi.
bugün terastayız, iki sehpayı birleştirdik. mutfaktaki iki sandalyeyi de karşılıklı koyduk. bisiklet kiralamıştık, saatlerce pedal basmaktan bacaklarda derman yok, fakat hayat nasıl içimizde, yorgunluk ve mutluluk yin yang gibi eşit harman. işte kediler o zaman geldi.
balık kokusunu duyarak. önce bizimkisi. sonra onun aynısının daha genci. daha oyuncu bakışlısı, heyecanlısı. bir ihtimal kızı. sonra, galiba sarmanın kocası: gözleri kanlı, sert, çok kavgalardan geçmiş, kulağının biri yenmiş. bir yandan ne söylesen kırılacak, yanlış anlamaya meyilli, hemen parlayacak gibi.
arkasından simsiyah, yeşil gözlü, büyük kedi. insana hiç alışık değil. bu yüzden mahcup da değil, cinsinden memnun. diğer koca belki.
sonra karşı çatıdan yavaş yavaş buraya yaklaşan sarı siyah bir yavru. karanlığı babasına çekmiş.
bizim sarman, ki hepsince kabul edilmiş bizim bahçenin hakimi olduğu, sofraya buyur ediyor ailesini. tee neden sonra akıl ediyorum fotoğraf çekmeyi.
sarman, koca bir balık parçasını kendine benzer sevdiği ile yedikten sonra. sevdiğini nereden anladım; onun yemeyi bırakıp yüzünü diğerinin yüzüne sürmesinden.
aklımda gün bitimsiz…  tom waits eşlik etse de yazı boyunca, ezginin günlüğü, ’sarhoş balık ile topal martı’ ile nokta koyayım.  daha da bir sürü var anlatacak. hep olsun.

0 yorum:

Yorum Gönder