11 Nisan 2008 Cuma

hiç istemeden

biliyorsun, dört bir yandan saldırıyorlar. top tüfekle de değil bu kez. tamam, o geleneksel yöntemleri de kullanıyorlar ama, asıl silahları başka. uzun zamandan beri.

bunları konuşmayı sevmiyorum. çocukluktan beri haberleri izlemekten kaçıyorum. kanal değiştiriyorum, televizyonu kapatıyorum.

bütün politikacılar bir ayağını kaldırıp öyle konuşuyorlarmış gibi geliyor çünkü.

yoksa o kadar kolay yalan söylenmez. söylenmemeli. bu ikiyüzlülüğü taşıyabilmeye insanın yüreği dayanmaz.

yüreklerinin dayanmamasını, kısa zamanda kalp krizinden ölmelerini bekliyorum, olmuyor. ölseler de bir şey değişmeyecek, bunu da biliyorum.

gazete de pek okumuyorum. çünkü okurken, televizyondaki çürümüş sunucuların, haberin biçimine göre tonlandırdıkları seslerini duyuyorum. bir cümle on kez yankılanıyor kafamda, kendimi embesil hissediyorum.

üçüncü sayfa haberlerine ilgi duyuyorum biraz, çünkü cinneti ve çaresizliği görüyorum. kalemini yağ bıçağı gibi kullanan köşe yazarlarından daha gerçek buluyorum bir insanın nefretini.

başbakan, hırsızlığın, gaspın, dolandırıcılığın, bir zamanlar iktidar tarafından pompalanan kolay para kazanma çılgınlığından kaynaklandığını anlatmıyor örneğin.

hatırlarsın, ihracatın hayali olduğu, herkese iki anahtar vadedildiği dönemleri.

çürümenin mayalanmaya oturduğu, şimdi acı ekmeğini yediğimiz dönemleri...

ya da demiyor ki başbakan, kusura bakmayın, devlete ait ve en fazla gelir getiren şirketleri özelleştirdik, işsizliği arttırdık, alım gücünüzü düşürdük.

biz onu yavaş yavaş elden çıkarıyoruz ama, siz birilerini öldürerek vatan sevmeye devam edin.

en çok neye kızıyorum, biliyor musun? iktidarın, karşı çıkış, muhalefet eylemlerini bile yönlendirebilme gücüne.

en popüler kutuplaşma konumuz türban bile, önceden her şey ince ince hesaplanarak ortaya atıldı. "al sana ateşli bir tartışma konusu, sen bununla oyalan, ben de seni gerçekten ilgilendiren yasaları meclisten geçireyim."

"onlar, şeriat gelecek, başörtülü üniversiteye girebilir miymiş, diye bağıradursun, ben ülkenin çalışanlarını bu arada parlatıp görücüye çıkarayım, dış sermayeye."

tesadüf mü sence, aynı günlerde çocuk ve kadın işçilerle ilgili yasalarda değişiklik yapılması?

küçükken, bulutsuzluk özleminin şarkısını dinleyip babama sormuştum; " ITT şili'de nasıl darbe yapmış?" televizyonumuz ITT idi ve benim hiç aklım ermiyordu bir şirket nasıl darbe yapar. babam anlatmıştı, savaşların eskisi gibi yapılmadığını, büyük şirketlerin pazarlarının yetmediğini, her şeyin 'daha fazla'ya bağlı olduğunu, gelişmemiş ülkelerin bu nedenle sömürüldüğünü, şili'deki işçilerin artık burasına geldiğini, o şartlarda çalışmak istemediklerini ve zorbalar tarafından darbeyle susturulmaya çalıştıklarını...

ülkemizde darbenin de şeriatın da geleceğini zannetmiyorum.

her ne kadar darbeyi isteyenler ve şeriat şartlarının hazırlandığını düşünenler varsa da.

darbe gelemez, çünkü, sömürüye muhalif halk yok. başbakanla panikatak genelkurmay, göz kırpışıyorlar şimdi.

şeriat hiç gelemez, amerika'nın eteğine böyle de güzel konuşlanmışken. hem hükümet riski göze alamaz, hem amerika militan islamcılığa izin vermez.

başbakan, adını koymadan rejimin, istediği kadar islamlaştırır ülkeyi. istemediğimiz kadar da köleleştirir.

biz de yanlış kurulmuş alarm gibi, yanlış zamanlarda çalarız.

0 yorum:

Yorum Gönder